16 Nisan 2015 Perşembe

İşsizlik ve ‘sözleşme’

Günün konusu şüphesiz AKP’nin dün açıklanan seçim beyannamesi ve toplum sözleşmesi. Tali konu ise yine dün açıklanan ocak dönemi işsizlik rakamları.
Adet üzere işsizlik rakamlarına kısaca değindikten sonra esas konuya geçmek istiyorum. Medya her zaman olduğu gibi yine manşet işsizliği ön plana çıkardı. Buna göre ocak döneminde işsizlik arttı. Oysa mevsim etkilerinden arındırılmış işsizlikte az da olsa bir düşüş var. Toplam işsizlik oranı yüzde 10,4’ten 10,3’e, tarım dışı işsizlik oranı da yüzde 12,5’ten 12,4’e geriledi. Bu düşüşün ardında işgücündeki güçlü artışa rağmen istihdamın daha da güçlü artması yatıyor. Aylık istihdam artışı özellikle iki sektörde dikkat çekiyor: Hizmetlerde artış 66 bin. Bu rutin bir artış. Sanayide ise artış 83 bin. Sanayi üretimindeki zafiyete kıyasla bu yüksek bir artış. Devam edeceğini sanmıyorum. Mayıs ayında şubat dönemi rakamları yayınlandığında işsizlik konusunu daha etraflı ele alırız.
AKP seçim beyannamesine gelince. AKP iki doküman yayınladı. Zamanım ancak uzun beyannameye değil kısa yazılmış olan “Yeni Türkiye sözleşmesi: 2023” başlıklı beyannameye yetti. Beyannameyi ekonomiyi de içerecek şekilde pazartesi günü geniş bir şekilde değerlendireceğim.
Bugün “Sözleşmede” AKP’nin neden ve nasıl  bir başkanlık sistemi önerdiğine bir göz atalım. AKP “yeni anayasayı uzlaşma kültürü içinde yazalım” diyor. Ama aynı zamanda başkanlık sistemini de “yetki kargaşasını” düzeltmek için “zaruri ihtiyaç” olarak görüyor. Oysa biliyoruz ki CHP, MHP ve HDP başkanlık sistemine açıkça karşılar. Bu demektir ki AKP referandum çoğunluğunu (330+ milletvekili) elde edebilirse başkanlık sistemini içeren anayasayı kendi bildiği gibi yapacak ve sancılı bir referandum süreci yaşayacağız. Beyanname başkanlık sistemine gerekçe olarak geçtiğimiz günlerde sık sık kullanılan “parlamenter gömlek dar geliyor”, Türkiye’yi frenliyor”, “başkanlık olmazsa 2023 ekonomi hedeflerini unutun” gibi iddialara yer vermiyor. Odaklandığı gerekçe hukuken sorumsuz cumhurbaşkanı ile tüm yürütme sorumluluğunu taşıyan başbakan arasında 12 Eylül anayasasının dayattığı “yetki kargaşası”. Buna bir de cumhurbaşkanını halkın seçmesi olgusu eklenince, AKP özetle diyor ki cumhurbaşkanını da yürütmede açıkça yetkili ve sorumlu kılalım, olsun bitsin.
Oysa “başka alternatifler de var onları da tartışalım” diyebilirdi. Beyannamede başkanlık sisteminin genel çerçevesi hakkındaki yegane ifade şöyle: “Başkanlık sistemini, yasama ve yürütmenin müstakil olarak etkin olduğu, demokratik denge ve kontrol mekanizmalarının öngörüldüğü, toplumsal farklılıkların siyasal temsilinin sağlandığı bir yönetim modeli olarak tasavvur ediyoruz.” Bu bize sayın AKP liderinin hiç de tasvip etmediği yasama ile yürütmenin (başkanlığın) keskin bir şekilde ayrıldığı Amerikan tipi başkanlığı hatırlatıyor. Bu arada “müstakil etkinlikten” ne kastedildiği belli değil. AKP listelerinin tamamen merkezden belirlenmesi ile oluşan bir parlamento çoğunluğunun yasamayı nasıl “müstakil” kılabileceği de büyük soru işareti.

“Toplumsal farklılıkların siyasal temsiline” gelince. Yüzde 10 seçim barajını birkaç bin oy ile ıskalamış ama milyonlarca seçmeni temsil eden bir parti parlamentonun dışında kaldığında siyasal temsil nasıl sağlanacak? Bu büyük haksızlık gerçekleşecek olursa AKP beyannamedeki şu cümleyi nereye koyacak? “Sandık ile sembolleşen seçme ve seçilme hakkı en temel vatandaşlık hakkıdır ve bu hak hiçbir surette ve hiçbir gerekçeyle sınırlandırılamaz, yok sayılamaz ve iptal edilemez”.
(Zaman, Nisan 2015)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder